15 Aralık 2018 Cumartesi

KİTAP HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİM

                     
   Sosyoekonomik şartları yüzünden suça, kötülüğe itilen insanların hayatlarına bir iyilik dokunduğunda ne kadar iyi insanlar olabilecekleri, ve bu iyiliğin dalga dalga yayılarak insanları etkisi altına alabileceğini anlatıyordu bu roman.Mösyö Miryel'in yüksek ahlakının Jan Valjan'in iyi bir insan olması için çakılan bir kıvılcıma dönüşmesini okumak bana keyif verdi.İlerleyen zamanlarda da Jan Valjan içinde çakılıp iyilik alevine dönüşen bu kıvılcımla gititği her yeri güzelleştiriyor, gittiği her yere iyilik yayıyordu.Kendini Mösyö Madlen olarak tanıttığı kasabada insanlara iş imkanı sağladı, kasabayı çok güzel yönetti.Kimliğini gizleyerek saklandığı manastırın bahçesini çok güzel bir hale getirdi.Yardıma muhtaç olan kimseyi geri çevirmemek, bağışlamak, merhamet onun yaşam felsefesiydi.İnsanlığın uzak olduğu bu davranışları kitaplarda da olsa görmek bana umut verdi.Çünkü gerçek hayatta herkes çok bencil, hayata kar-zarar bakış açısıyla bakıyor ve insani duygularımızı yitirerek makinelere dönüşüyoruz.Küçük Kozet'le manevi babası Jan Valjan'ın ilişkisini de duygulanarak okudum.Jan Valjan'in hiçbir çıkarı olmadan, sırf verdiği sözü yerine getirmek için hiçbir bağı bulunmayan bir kız çocuğunu, kırlangıç Kozet'i bulup onu kollarının arasına alıp onun yaralarını sarmasını; Kozet'in ona duyduğu sonsuz güveni, onun yanında hissettiği huzuru keyif alarak okudum.
    
   Marius'un Mösyö Jilnorman'a isyan edip özgürlüğü için onca zenginliği tepmesi, kendi ayaklarının üzerinde durması ilham verici bir hikayeydi.Eğer özgür değilsek, istediğimiz gibi düşünemiyor ve davranamıyorsak birçok güzelliğin bir anlamı olmuyor.Marius dedesinin yanından ayrılarak kendini gerçekleştirme yolunda önemli adımlar attı.Onun köklerine, yani babasına saygı duymayana dedesini terk etti.Böylece dedesine de hatalı davranışları konusunda öz eleştiri yapması için fırsat tanıdı.Kozet'e duyduğu aşk, ona kavuşmak için sabırla beklemesi, çekindiği babasına rağmen hislerine sahip çıkması benim için çok güzeldi.

  Romanda yoksulluktan, açlıktan, despotizmden bıkmış ezilen kesimin başkaldırışını; o barikatın arkasında canları pahasına direnişlerini ve Hugo'nun bu anları tasvir ediş şeklini hayranlıkla okudum.Belki teçhizatları yoktu, kendilerine orantısızca saldıran bir erke karşı mücadele veriyorlardı.Fakat bir inandıkları, bir savundukları vardı ve yaşadıkları hayattan bıktıkları için yaşamak istedikleri hayatı savunurken ölmeye razıydılar.Çocuk, genç yaşlı, kadın, erkek hepsi oradaydı.HALK oradaydı.Küçük Gavroş'un silahların önüne atlayışını, Eponine'nin Maryüs'ten aldığı tek ve son buse ile asilce bir direniş sonrası ölüşünü, yaşlı adamın kurşunların önüne dikilerek kendini siper edişini gözümün önünde canlandırdım ve iliklerime kadar ürperdim.Aklıma büyük şair İsmet Özel'in Yıkılma Sakın şiirinden şu dizeler geldi:

Ama budandıkça fışkıran da bizleriz
Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak!

   Zulüm arttıysa isyan haktır.İşte o insanlar da devrimin tohumlarını yeşertir umuduyla kanlarının damarlarında dolaşmasındansa devrimin yeşereceği toprağı sulamasını tercih ettiler ve hak adalet uğruna korkmadan canlarını verdiler.

   Victor Hugo gerçek bir aydın tutumuyla halkın fakirliğini, adalet sisteminin yozlaşmışlığını, halka yapılan zulümleri ve bunun karşısında isyan eden insanları çok güzel bir dille anlatmıştır.Eserinde herkes kendisinden bir şeyler bulabilir diye düşünüyorum.Eserde aile ilişkileri, fakirlik, zenginlik, aşk isyan, direniş...Kısacası insana dair her şey vardı.İnsanlığa böyle ölümsüz bir eser bıraktığı ve bu insanların duygusuzlaştığı gri dünyada bana bütün duyguları en yoğun şekilde şekilde hissettirdiği için Victor Hugo'ya sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder